Almanya bir süredir, yeni bir gelecek tasarlıyor. Uzun tartışmaların ardından artık bir `göçmen ülkesi` olduğunu kabul ediyor ve yaratacağı yeni toplum için dil başta olma olmak üzere adımlar bazı atıyor. Bu noktaya varmasının başlıca nedeni ise demografik yapının hızla değişmesi. Almanya`da 82 milyonluk nüfusun 15.5 milyonu göçmen kökenlilerden oluşuyor. Sayıları 2,7 milyonu bulan Türkler de dahil, nüfusun beşte biri, anaokulu çağındaki çocukların ise yarısı yabancı.
DİL VE EĞİTİM ASIL MESELE
Eğitim sistemi çöktüğü (OECD`nin yaptığı araştırmaya göre eğitim kalite sıralamasında Arjantin ve Brezilya arasındalar), işsizlik arttığı, kalifiye eleman sıkıntısı had safhaya ulaştığı, çalışan sayısı azalırken emeklilik ve işsizlik maaşı alanların sayılarının artması, bunun de devlet kasasını sarsması gibi nedenlerle `panik ve pişmanlık` duygularıyla yabancıları sisteme entegre etmek istiyor Almanya. Göç yasasını 2005`te çıkarmasının ardından şimdilerde, bir yandan entegrasyonu tartışıyor, diğer yandan pilot bölgeler üzerinden adım adım hayata geçiriyor. Eentegrasyonla asimilasyon arasındaki çizginin kolay aşılabilirliği nedeniyle sürecin dikkatle izlenmesi ve katkıda bulunulması gerekiyor.
OKULLAR ÇOCUKLARI ÖĞÜTÜYOR
Aradan koskoca 46 yıl geçmesine rağmen hiçbir şey değişmedi: Bu süre içinde biçim ve içerik farklılaşsa da, adı ilk gidenlerin koyduğu gibi hala `acı vatan` Almanya`nın. 1960`ların başında Almanya`nın Türkiye ile yaptığı misafir işçi anlaşmasının ardından gidip de dönmeyenler dönemeyenler için de, orada doğup büyüyüp `kayıp kuşak` olmaktan kurtulamayanlar için de yakıcı yanı ağır basıyor bu `zorunlu` ikametgahın.
Almanya`yı Türklere hala acı vatan kılan sebepler öncelikle Almanya`dan kaynaklanıyor. Geçici işçi statüsünde davet ettiği ama çalışma ve oturma izinlerini sürekli uzatıp ailelerini yanlarına almalarını müsaade ederek kalıcılaşmalarına yasal zemin hazırladığı `yabancı`lara yönelik sosyal politikalar üretmekteki ihmalkarlığı ve yasalar önündeki eşitliğin pratikte buharlaşması Almanya`nın payına düşüyor. Türklere `ikinci sınıf insan` bakışının değişmesi için şimdiye kadar bir çaba göstermemesi de öyle. Çoklukla şehirleşmemiş Anadolu köylülerinin iş-aş bulma umuduyla geçici olarak gittikleri Almanya`da kalmaya karar vermelerine rağmen dil öğrenmekte isteksiz, çocuklarının iyi eğitim alıp yaşadıkları ülkede söz sahibi olmaları için gayretsiz davranmaları ise madalyonun diğer yüzü. Bu bir vizyon meselesi olsa ve Almanya`nın şartları bunu zorlaştırsa da, nedenler sonucu değiştirmiyor. Almanya`da doğup büyüyen ikinci ve üçüncü nesil için başarmak pek kolay değil. Mevcut eğitim sistemi ayrıştırıcı, eleyici ve öğütücü zira. Bu yüzden çöküyor. Çöktüğü için de artık ortak eğitime geçilmesi tartışılıyor.
Başörtüsü tartışmaları bizden ithal
Entegrasyonun asimilasyona dönüşmesi tehlikesi Türklerin büyük çoğunluğunda tedirginlik yaratıyor. Alman yetkililer ise üstüne basa basa böyle bir amaçları olmadığını, göçmenlerin dinlerine dillerine kültürlerine değerlerine saygı gösterileceğini, istediklerinin sadece uyum olduğunu söylüyorlar. Ne olup olmayacağı zamanla anlaşılacak. Burada asıl dikkat çekici nokta ise eyaletlerde ve federal mecliste Türkleri temsil eden bazı milletvekillerinin ancak asimilasyonda söz konusu olabilecek önerilerde bulunmaları. Alman Yeşiller Partisi`nden Ekin Deligöz`ün `Türk kadınları Almanya`ya uyum için başörtülerini çıkarsın` sözlerine tepkiler ise hala sürüyor. Almanya`da konuştuğumuz hemen her Türk inanmasa bile aynı tepkiyi veriyor ve bu anlayışın kabul edilemez olduğunu, teklifin bir Türk`ten gelmesinin kendilerini utandırdığını, kızdırdığını dile getiriyorlar. Konu Almanya`da çok canlı. Sol Parti milletvekili Sevim Dağdelen ve SPD milletvekili Mechthild Ravert ile yaptığımız görüşmeden de anlaşılıyor ki, tartışma daha çok sürecek. Hareket noktası ve seyri Türkiye`dekine çok benziyor çünkü. Türk gazetecilerle ısrarla Almanca konuşup modern kadını başı açık kadın olarak tanımlayan Dağdelen de, Türkiye`deki yasakçıların argümanlarını tekrarlayan Ravert de, yasak tanımı yaparken Türkiye`nin Almanya`ya başörtüsü tartışması ithal ettiğini ispatlıyor. Tabii bir farkla. Almanya`da öğrencilere herhangi bir yasak yok. Öğretmenlere var. Bakınız: Hizmet verenlar ve alanlar ayrımı.
Okullara para yok ama kurslara var
Federal devletin uyum politikası kapsamında işsiz gençlere meslek edindirmek isteyen eyalet yönetimleri ise uygulamada kendileriyle çelişkiye düşüyor: Eğitime gerekli bütçe ayırmayıp, öğrencileri lise diploması seviyesine getirmeyi vaad eden (aslında diplomalı işsiz statüsü elde ederek devletten işsizlik maaşı alabilmelerini sağlayan) eğitim derneklerine ciddi fonlar ayırıyorlar. Berlin`deki TBB(Türkisher Bund Berlin-Bradenburg), okula gitmiş ama diploma alamamış gençlere kurs veren böyle bir merkez.
Göç yasasının çıktığı, uyum politikalarının başladığı 2005`ten beri TTB`de Move Projekt`i yöneten Figen İzgin kendisi bile bu çabaların başarıya ulaşmayacağını düşünüyor. Çünkü okullardaki çocukların yüzde 70`nin meslek edinemeyecek durumda olduklarını, yüzde 25`nin diploma alamadığını, alanların yüzde 45`nin en düşük seviye olan `hauptshule`lerden çıktığını, başarı şansının yüzde 8`de kaldığını söylüyor.
TTB`den ayrılmadan önce bir şey daha öğreniyoruz: Kurslara devam eden Türk öğrencilerden biri geçtiğimiz hafta kendisine hakaret eden bir Alman`ı bıçaklayarak öldürmüş.
İç karartan duruma rağmen başarı portreleri de yok değil aslında. Anne babaları işçi olarak gelen Cem Alışık ve Enver Burak Can Almanya`da doğup büyümüşler. İkisi de en iyi seviyedeki liseler olan `gynasium`da okumuşlar, hukuk fakültesini bitirmişler. Türkçeleri de, Almancaları da işlek, gelecekleri parlak. Türklüklerinin de bilincindeler, Alman vatandaşı olduklarının da. Haklarını ve sorumluluklarını biliyor, Türk göçmenlerinin sorunlarının geçici çözümlerle giderilemeyeceğini, asimilasyona kayabilecek bir entegrasyonun kabul edilemeyeceğini söylüyorlar. Türklere yönelik ayrıştırıcı dışlayıcı anlayışın varlığını kabul etmekle beraber `hem anne babaların, hem gençlerin çabalarıyla Türklerin Almanya`da eğitimli, kültürlü, güçlü ve söz sahibi olmaları mümkün` diyorlar. Onlar gibi olanların varlığı, Almanya`daki ikinci ve üçüncü kuşak için önemli bir eksikliği açığa çıkarıyor aslında: `model yokluğu`nu.
Eğitim çöküyor , gençlik kayıp
Almanya`da lise eğitimi üç seviyeli. Anne babasından Almanca öğrenemeyen, Alman arkadaşı olmayan çocukların Almanca`ya hakim olması da, o dilde verilen eğitimden faydalanması da zor olduğu için Türk çocuklar çoklukla düşük not ortalamaları ve öğretmen tavsiyesiyle en alt seviyede eğitim veren `hauptshule`lere gidiyorlar. Yüzde 90`ı Türklerden oluşan sınıflarda yine dil sorunu yaşıyor ve derslerden çakıyorlar. Diplomaları olmadığı için de hiçbir yerde iş bulamıyorlar.
Berlin, Neukölln`de ziyaret ettiğimiz Kepler-Obershule adlı okulda tam da bu durumla karşılaşıyoruz. Gördüklerimiz bizi üzüyor. Öğrencilerin yüzde 70`i 15 değişik ülkeden. Bunların üçte biri Türk ve başarı oranı ikiye bir. Orta-lise eğitiminde en üst seviyedeki `gynasium`lardan Robert Koch Obershule`de de Türk öğrenciler yoğun olarak aynı sınıfta. Kız öğrenciler arasında başörtülüler de var. Hepi düzgün bir Türkçe ve Almanca konuşuyor. Büyük çoğunluğunun düşüncesi üniversiteyi Almanya`da bitirmek, -Almanya`da iş bulamayacakları için- Türkiye`de çalışmak. Öğretmenlerinin çok duyarlı ve yardımcı olduğunu söyleseler de şikayetleri de var: Kısılan bütçe nedeniyle iki yıldır ders kitaplarını devlet vermiyor artık. Ve üç kitap 100 avroyu geçtiği, çoğunun aileleri 350 avro işsizlik sigortasıyla geçindiği için ciddi kitap sıkıntısı yaşıyorlar.
Vestfalya`da uyum çalışması başladı
Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinde başlayan uyum projesinin nihai amacı göçmenlerin Alman vatandaşı olmasını sağlamak. Uyum Bakanlığı`nın 20 noktada gerçekleşmesini umduğu planda Almanca İslam dersi verilmesinden göçmen kökenli öğretmenlerin işe alınmasına kadar birçok husus yer alıyor. Çabalar iyi niyetli. Türkler de hayli ilgili.